2 Mart 2012 Cuma

 KADIN OLMAK NE MENEM BİŞEY BÖYLE ......

ELinde bıçak, fayansları seyretmeye başladı kadın. Çalı fasulyesini ayıklamış, soğanları ve domatesin kabuklarını soymuştu. Hepsini çiğden karıştıracak, kısık ateşte pişmeye bırakacaktı. Domatesleri küçük küçük doğrarken birden büyük bir yorgunluk hisetti. Omuzları düşük, sırtı hafif kambur, ellerinde domates ve soğan kokusu kaç yıldır bu fayansların önünde yemek pişirdiğini, bulaşık yıkadığını düşündü. Bıçağı bıraktı tezgaha ve yatak odasına doğru yürüdü. Yatağın üzerine oturdu. "Tozları almasam, lavaboları ovmasam, ütü yapmasam ne değişir?" diye düşündü. "Ya da şimdi çekip gitsem..." Tuvalet masasının aynasında kendisine baktı. Bakımsız saçlarını, gözlerinin altındaki mor lekeleri ve yüzündeki sarkmayı fark etti bir kez daha. Geçip giden zamana ve zamanın hızına şaştı. Özel günler için saklanan, o özel günler de çok nadir söz konusu olduğundan bayatlamış parfümlere, aynanın önüne dizdiği diğer süslenme malzemelerine baktı. Kimse sorumlu değildi bu bayatlamadan. Kendisi dışında...
Not bırakmalı mı?..
Tekrar mutfağa döndü. Alıştığı şeyleri yapmaya başladı yine. Tencereye hazırladığı malzemeyi koydu. Şekerini ilave etti. Kapağını kapadı. Ocağa yerleştirdi tencereyi. Mutfağı toparladı. El bezlerini yıkadı. Buzdolabını temizledi. Sebzelikten bozulmaya yüz tutmuş sebzeleri çıkarıp attı. Çöpün ağzını bağladı. Kapının önüne koydu. Evi toparladı. Gömlekleri ütüledi. Yatak çarşaflarını değiştirdi. Makineden çıkardığı çamaşırları astı. Salata malzemelerini yıkadı. Salatayı hazırladı. Üzerini kapadı. Pişmiş olan fasulyeyi servis tabağına aktardı. Dolaba kaldırdı. Mutfağa bir göz attı. Her şey yolunda görünüyordu. Ayakkabılarını giydi. "Bir not bırakmalı mıyım?" diye düşündü. Kalem aradı. Bulduğunda ne yazacağını bilmiyordu. Hiçbir şey yazmamaya karar verdi. Çantasını aldı. Anahtarını masanın üzerine bıraktı. Kapıyı çekti. Merdivenlerden yavaş yavaş indi. Apartman kapısından çıktığını gören kediler yemek hevesiyle miyavlamaya başladılar. Sokağın başına doğru yürümeye başladı. Caddeye çıktı. Bir taksiye bindi. Nereye gideceğini düşünmemişti. Herhangi bir yer söyledi. Radyoda sevdiği bir şarkı vardı. Birden ağlamaya başladı. Taksici önce ses etmedi sonra bir mendil uzattı. Belli ki alışkındı. Ağlarken sırası karışık bir sürü şeyi düşünüyordu. İlk çocuğunun doğumunu, kocasının ilk çapkınlığını, annesinin cenazesini, çocukluğunu... Hepsine birden ağlıyordu sanki. Kaçırılmış fırsatlara, sırt çevrilmiş olasılıklara, yarım bıraktıklarına... Doğradığı bütün patates ve soğanlara. Ve hiçbir yere gidemeyişine. Her defasında vazgeçişlerine. Yine pişman olarak evinin adresini söyledi şoföre. Anlayışla kafa salladı şoför.
Usul usul şarkı söyleyerek
Hiç acele etmeden bıraktı kadını evinin kapısına. "Okuldan gelmiştir" diye düşündü zili çalarken. Oğlu açtı kapıyı yüzüne bakmadan, "nerdesin anne yaaa karnım aç benim!" Kadın kalakaldı kapının önünde. Her şey hazırdı oysa. "Ben yetiştirdim bu çocuğu" diye düşünerek mutfağa girdi. Yemekleri çıkardı. "Bir gün çekip gitsem açlıktan ölür mü bunlar" dedi yüksek sesle. Bir gün çekip gidemeyeceğine yandı içi. Sofrayı kurdu. Oğluna seslendi. Anahtarına çarptı gözü. Çantasına koydu. Masayı topladı. Bulaşıkları yıkarken gözü fayanslara takıldı yine. Radyodaki şarkıyı söylemeye başladı usul usul. "Kimseye etmem şikâyet Ağlarım ben halime..." Oğlunun sesi geldi içerden. "Anne kapı çalıyor baksana..." Boğazında bir ağrı, kapıyı açmaya gitti kadın. Kocası gelmişti. Karşı komşusu da okuldan dönen çocuğunu karşılıyordu. Güldüler birbirlerine. "Göz altları morarmış" diye düşündü her ikisi de diğeri için. Birbirlerine ne kadar benzediklerini farketmeden, duvarlar ve fayanslarla birbirinden ayrılmış mutfaklarda sıradan günlerine devam ettiler... Usul usul şarkı söyleyerek, ağlayarak hallerine...
İclal Aydın -

2 yorum: